“Toplumsal İnsan”, “Doğal İnsan”a Karşı!

Yazan: Kamil Eryazar Bir “doğal insan” yapısı var. Fizyolojisi ile, temel gereksinimleri, içgüdüleri ile. Beslenme, barınma, cinsellik, vb. özellikleriyle… Ve bu insan, hep bir “toplumda” ve bir “dönemde” yaşıyor. “Doğallığı”, “gereksinimlerini karşılama” biçi...

“Toplumsal İnsan”, “Doğal İnsan”a Karşı! (2 Aralık 2012)

Yazan: Kamil Eryazar

Bir “doğal insan” yapısı var. Fizyolojisi ile, temel gereksinimleri, içgüdüleri ile. Beslenme, barınma, cinsellik, vb. özellikleriyle… Ve bu insan, hep bir “toplumda” ve bir “dönemde” yaşıyor. “Doğallığı”, “gereksinimlerini karşılama” biçimi ve yöntemleri, yaşadığı topluma ve döneme göre farlılık gösteriyor. İşte biz buna kısaca “kültür” diyoruz.

Bir yanda doğal ve masum insanlık; diğer yanda tabular, yasaklar, dayatmalar, ikiyüzlülükler, yapmacıklıklar, ekonomik koşullar ve kapitalist toplumun kokuşmuşluğu…

Ayrıntıları da; “kitle kültürü”, “popüler kültür”…

Daha anlaşılır olabilmesi için, somut ve yalın örnekleme yapacağım…

Sevgilinizle, eşinizle nerede ve nasıl tanıştınız bilmiyorum ama sonuçta toplumsal yaşam ve ilişkiler içerisinde olmalı. Birlikteliğinizi de bu toplumsal koşullarda yaşadınız, yaşıyorsunuz. Birlikteliğiniz, yine bu toplumun koşulları çerçevesinde yürüyor, yürüyecek…

Bir uçak kazasından sağ kurtulan kadın ve erkek olarak, dağ başında ya da batan bir gemiden kurtulan iki kişi olarak, başka hiçbir insanın olmadığı yabanıl bir ıssız adada tanışsaydınız, hatta henüz hiçbir toplumsal kültürden etkilenmemiş bebek yaşlarda olsaydınız ve uzun yıllar o ortamda birlikte yaşamak zorunda kalsaydınız… (belki anımsarsınız, bu tür senaryolu filmler vardır) Aranızda nasıl bir ilişki olurdu? (Şu anki ile kıyaslayacak olursak, ne gibi farklılıklar ve benzerlikler olurdu acaba?)

İstanbul’da (ya da başka bir kentte) yaşanan bu birliktelik acaba New York’ta, Berlin’de, Tahran’da, Moskova’da, Tokyo’da, Kabil’de, Bağdat’ ta, Şam’da, Gazze’de yaşanıyor olsaydı örneğin, acaba nasıl bir ilişki olurdu? Uzaklara gitmeye de gerek yok, Doğu Anadolu’da bir mezra, köy  ya da kasabada yaşanıyor olsaydı?…

Bir de zaman tüneline girmeli.. Bundan 50, hatta 100 yıl önceki toplumsal koşullarda yaşanıyor olsaydı…

Rastlantı sonucu, televizyon kanallarından birinde, bir sinema filmi izledim. Çok kısa özetleyeceğim..

Çok zengin karı-koca, kavga gürültü boşanma telaşındalar… İkisi de, birbirlerine karşı hem saldırıya hem de savunmaya geçmiş durumdalar. Banka hesaplarını kendi üzerlerine geçirme ya da boşaltma ve diğer hukuksal önlemler peşindeler. Ellerinden gelse, bir kaşık suda boğacaklar birbirlerini, o derece nefret ediyorlar birbirlerinden… Bu arada, mali polis de vergi kaçakçılığı, vb. nedenlerle adamın peşinde. Adam çaresiz ticari bir taksiyi gasp edip, kaçmaya başlıyor polisten. Kırmızı ışıkta durduğunda, davetsiz bir kadın zorla taksiye biniyor. Evet rastlantı bu ya, taksiye binen karısıdır! Klasik Amerikan filmlerindeki polisle kovalamaca sahneleri… Bu arada polislere izlerini kaybettiriyorlar ama bir göle uçuyorlar. Sağ kurtuluyorlar. Dere tepe yürüyorlar ve sonunda ilkel bir kabilenin yaşadığı köye ulaşıyorlar.

Köydekiler de, yıllardır bir akrabalarının gelmesini bekliyorlar ve bizimkileri onlar sanıyorlar. Bizimkiler de, hiç bozuntuya vermeden, beklenilen akraba kimliğine bürünüyorlar…

Köyde, elektrik dahil, çağdaş yaşam adına hiç ama hiçbir şey yok. Bildiğiniz Ortaçağ yaşamı… Bu arada tabi birçok traji-komik olaylar yaşanıyor. Özellikle kadın isyan ediyor. Kavgalı olduğu kocasıyla aynı odada kalmak zorunda kalması, ilkel günlük yaşam, olanaksızlıklar ama çaresizler… Günlük yaşama ayak uydurmak zorundalar diğer yandan ve uydurmaya başlıyorlar da… Kadınlar tek tip ve sade giyiniyorlar. Dini tabular da var. Kadın, onlara renk renk giysiler dikiyor. Kocalarının da hoşuna gidiyor ama tabular! Erkekleri de ikna ediyor. Kızlara, kadınlara okuma-yazma öğretmeye başlıyor. Değişik yemekler yapıyor. Kocası da, boş durmuyor tabi. O da, olanaklar ölçüsünde çağdaş tarım tekniklerini uygulamaya ve öğretmeye çalışıyor erkeklere…

Ve bir gün…”Yatak gıcırdıyor”! Karı-koca arasındaki soğukluğu sezen köylüler, sürekli bunların kaldığı odayı dinliyorlar. Ama bir türlü yatak gıcırtısı duyamıyorlar ve üzülüyorlar. Sonunda yatak gıcırdamaya başlıyor!…

Özetle… Büyük kentin, kapitalizmin baskılarından kurtulan ve sadece insanca bir yaşama dönen (öncesindeki kanlı-bıçaklı) karı-koca, aslında birbirlerini ne kadar çok sevdiklerinin, hatta delicesine aşık olduklarının ayrımına varıyorlar…

Filmin sonu hep merak edilir ya; sonunda polisler bunları, bu köyde buluyorlar. Kente götürüyorlar. Ama yasadışı işleri yapanın, şirketin muhasebecisi olduğu anlaşılıyor.

( bizimkiler, adamı affediyorlar!) Ve kendilerini “insancıl” işlere adıyorlar. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine..!

Sanıyorum yedi-sekiz yıl öncesinde, televizyonlarda gösterilen bir reklam filmi vardı. Arçelik küçük ev aletlerinin. Reklam filmi sonunda, küçük bir kız çocuğu “jingle” eşliğinde “Annem bana kalır” (!) diyordu… Buna ekleyebiliriz belki : “Karım bana kalır!” …

Yıllar önce, Cumhuriyet Gazetesi’nin arka sayfasında yayınlanmış bir Tan Oral karikatürü vardı. Mahkeme salonu. Genç bir karı-koca, yargıç önünde, birbirlerinin içine düşercesine, sıkı sıkıya sarılmışlar. Konuşma balonu : “Geçinemiyoruz Hakim Bey!”

Bilmem anlatabildim mi?…