‘Makinesinin Merceğine Yüreğini Takan’ O Güzel İnsanın Ardından

KAMİL ERYAZAR Ahmed Arif’in deyimiyle, ‘makinesinin merceğine yüreğini takan’, kendi deyimiyle, olaylara ve ‘konu’lara “can gözüyle” bakan, kalemi, fotoğraf makinesi ve fırçasıyla bütün ömrünü halkının &...

‘Makinesinin Merceğine Yüreğini Takan’ O Güzel İnsanın Ardından (10 Ağustos 2015)

KAMİL ERYAZAR

Ahmed Arif’in deyimiyle, ‘makinesinin merceğine yüreğini takan’,

kendi deyimiyle, olaylara ve ‘konu’lara “can gözüyle” bakan,

kalemi, fotoğraf makinesi ve fırçasıyla

bütün ömrünü halkının çileli yaşamını yansıtmaya adayan

ve onların mutluluğu için çalışan,

gönlü hep sevgiyle dolu olan,

kocaman yürekli, güzel insan Fikret Otyam.

İnsan sevgisiyle sarıp sarmalanmış gazeteciliği, röportaj ve fotoğrafı onunla tanıdım, sevdim.

Ve ben bu Usta’mı kaybettim.

Daha okuyup yazmaya yeni başladığım çocukluk yıllarımda en sevdiğim gazeteciydi Fikret Otyam. Cumhuriyet gazetesinde çıkan röportajlarını bir solukta okurdum. Sonra da kesip saklardım.

Gazetelerin henüz ofset teknolojisiyle yeni yeni tanıştığı, çoğunun tipo basıldığı, renklinin olmadığı, dijitalin hayal bile edilmediği, fotoğrafın fotoğraf gibi olduğu siyah-beyaz günleriydi.

1960’lar ve 12 Mart’tan sonraki sürgün yıllarında, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaptığı “Gide Gide” röportajlarını büyük bir keyifle okudukça, önce gazeteciliğe sonra da röportaj ve ille de fotoğrafa merak sardım.

Doğu’da büyük acılar içinde yaşam savaşı veren nice aşiretten biri olan Beritan Aşireti, bir damla suya hasret Harran Ovası ve “mayınlı toprakların” çilekeş insanları…

1978 yılında Umut Poster, İbrahim Demirel tarafından yayınlanan ve siyah-beyaz fotoğrafların yer aldığı albüm, her zaman kitaplığımın başucu yapıtı oldu.

YAZKO Kitap, ADAM Yayınları ve diğer yayınevlerinden çıkan kitaplarını da kerelerce beğenerek okudum.

Röportaj nedir?

Otyam Usta, sonradan kitaplaştırılan “Gide Gide”nin sunumunda gazeteciliğini ve röportajı kısaca şöyle tanımlamıştı: “Bilerek yalan yazmadım, hiçbir şeyi çarpıtmadım. İyi bir gözlemci olmaya çalıştım. Zaten kanımca röportaj, yalansız dolansız, konunun ıcığını cıcığını çıkararak temeli insana dayanan bir anlatım türüdür. Halkın dili olmak, halkın gözü, kulağı olmak, hayınlığa, insan dışılığa, yasa dışılığa, ezmeye, sömürmeye, eşitsizliğe karşı durma; başkaldırmadır; bu uğurda türlü faklara karşın yılmadan savaş vermektir, insanlara sıkılmış yumruk değil, sevgi kılıcıyla gitmedir, insan sevgisiyle yoğrulmuştur bu tür, bana göre.”

Yaşar Kemal ile birlikte

Orhan Kemal’in gözüyle Otyam:

“Bütün yazıları, çizileri hatta fotoğraf çekilerine rağmen Fikret Otyam bence her şeyden önce alabildiğine yakın bir dost… Bu dostluğun rengi, kokusu, tadı var. Mesela dallarda geveze bir bülbül, güneş vurmuş pırıl pırıl bir su, yamaçlarda yansıyan çapkın bir aşk türküsü, Picasso’dan rastgele birkaç desen, hatta Sait Faik’in ‘Hişt Hişt’ hikâyesindeki Burgaz baharı yüklü taptaze bir pasaj…”

Ahmed Arif’e göre de, ‘makinesinin merceğine yüreğini takan’ bir fotoğrafçıydı:

“Makinenin merceğine yüreğini takıyorsun. Halkımın katlandığı korkunç acıya, korkunç yalnızlığa dolu gözlerle bakıyorsun. Yeryüzünde hiçbir halk böyle mazlum, böyle boynu bükük ve kan revan değil. Bu fotoğraflar da birer ağu şiirdir. Halkım adına teşekkürler.”

Otyam Usta’nın kendi sözleriyle fotoğrafa bakışı ve fotoğrafçılığı

‘Konu’ya duyarlı bir gözle, kendi deyimiyle “can gözüyle” bakmak gerektiğini söyleyen ve hep belgesel fotoğrafçılıktan yana olan Otyam Usta’nın bu konudaki görüşleri:

“Fotoğrafta numarayı sevmem, yani düzenlemeyi. Sen şöyle dur, haa elini şuraya koy, sen de şuna bakıyormuş gibi yap, tamam. İşte beni illet eden budur, düzmecelik. Makine bir araçtır. Halkın kurtuluşu için kullanılması gereken bir araç benim için. Güzellemeleri ön plana almadan, o anı, olanca vurgunluğuyla saptamak; yalana dolana hileye hurdaya kaçmadan. Ben hep böyle yaptım. Belki ressamlığımdan gelen bir istif beğenim var, o kadar.. Beni usta fotoğrafçı sınıfına koyarlar. Hayır, ben fotoğraf ustası değilim; hiç heveslenmedim. Ama her zaman namuslu, yararlı, güzellikten de yoksun olmayan fotoğraflar çektim. Objektifimi nereye çevireceğimi bildiğim için geri bırakılmış bu ülkede, halk bana bu nedenle usta gözüyle bakmayı yeğledi.

Güzel faydalı olmalı, fotoğraf işe yaramalı, insanları sevindirmeli, öfkelendirmeli, iyi kötü anı en güzel yönden, fotoğrafın güzel fotoğraf olmasını gerektiren ögeleri de kapsayarak bir işe yaramalı.”

“Önce insan ve sevgi…”

TRT Televizyonu döneminde, 10 Türk fotoğraf ustasının tanıtıldığı “Görüp Gördürenler” programında yapımcı Fatih Orbay’ın bir sorusunu yanıtlarken, yaptığı işleri, yapmaya çalıştıklarını ve yaşama bakış açısını şu sözlerle özetliyordu:

“… Ben bir konuya takarım yazılarımla. Diyelim ki Beritan Aşireti, ben hâlâ peşini bırakmış değilim bu konunun; ‘beş yıl geçti aradan’. Bugün bu halk, bu topluluk köye yerleşiyor, müthiş keyifliyim ben. Gittim fotoğraflar çektim, filmler çektim, yazılar yazdım, konferanslar verdim, sergiler açtım, Sayın Cumhurbaşkanı geldi sergiye. Bugün bakıyorum Beritanlılar geliyor, iki köy halinde yerleştik diyorlar, şu oluyor, bu oluyor diyorlar. Bırakmayacaksın peşini, böyle domuzuna arkasından gidip, bakanına, müsteşarına. Bu sanatçının işi mi değil. Artık sanatçılık yok burada, insanlık var, dostluk var, sevgi var, karşılıklı ve bir işe namuslu olarak sahip çıkmak var. Eh fotoğraf çek, sergi aç, aferin falan.. Yok öyle şey, yararlı olacaksın, güzel olacak ve işe yarayacak. Seçtiğin insanların, gönlünü yüreğini verdiğin insanların sanatçısı olabilirsen, öte dünyaya giderken arkandan gelen çok olur, bu sevgidir, sevgidir bu…”

Son olarak Gezi Direnişi’nin tablosunu yapmıştı

Son yıllarda böbrek yetmezliği rahatsızlığı nedeniyle haftanın üç günü Antalya’da diyalize giren Otyam Usta, Gezi direnişini anlatan tablosunu da hastanede diyaliz ünitesine bağlıyken kafasında oluşturup tuvale döktüğünü söylemişti.

Gezi olayları sırasında Taksim’e gitmeyi çok istediğini belirten Fikret Otyam, şunları anlatmıştı: “Gitmek isterdim ama yürüyemiyorum. Nasıl gideceğiz? Televizyonlarda seyrediyordum. Ben yazarım, bunları yazıyorum. Fotoğrafçılığım var ama oraya gidip fotoğraf çekme olanağım olmadı. Kalıyor ressamlık. Haftada 3 kez diyalize gidiyorum yıllardır. Orada hep resim yaptım, yattığım yerde. Düşündüm düşündüm, bir kalabalık var. Çok sade bir şey olsun istedim. Haftalardır düşündükten sonra bu resmi gözümün önüne getirdim. Eve geldiğimde bunu yaptım.”

Resmi 3-4 günde tamamlamıştı.

Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencilerinin yaptıkları röportajlardan oluşan ve Fikret Otyam'ın önsözünü yazdığı "Objektifini yüreğine takan çocuklar" kitabının tanıtımında

Vakıf ve Müze

İstanbul Maltepe Belediyesi’nin öncülüğünde kurulan Fikret Otyam Sanat ve Eğitim Vakfı tarafından yaptırılan Fikret Otyam Müzesi’nin açılışını görmeye ise Usta’nın ömrü ne yazık ki vefa etmedi. Geçen yıl, “90’a Bir Kala” adıyla bir doğum günü partisi düzenlenmiş, Vakıf ve Müze basına tanıtılmıştı.

Barak havasıyla gözlerini açmıştı!

Bundan 6 ay önce, bu yılın başlarında rahatsızlanıp 4 gün hastanede kaldığında,  yaşamının her anını Anadolu'nun güzellikleri ile bezeyen koca çınarı, yoğun bakımdaki derin uykusunda gülümseten yine bir Anadolu türküsü olmuştu. Büyük usta, eşi Filiz Otyam'ın kulağına tuttuğu “Yüce dağda pınar olsam” adlı barağı duyar duymaz gözlerini açarak sevenlerini mutlu etmişti.

‘Güzel İnsan’ı sevgiyle uğurluyoruz…

1926 yılında Aksaray’da doğan, Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Resim Bölümü, Bedri Rahmi Eyüboğlu Atölyesi mezunu, uzun yıllar Dünya, Ulus ve Cumhuriyet gazetesinde çalışmış emektar bir gazeteci, fotoğrafçı, ressam.

‘Emekli’ olduktan sonra eşi Filiz Otyam’la birlikte Antalya’nın Gazipaşa ilçesindeki, kendi deyimiyle, en yakın komşusu Tanrı olan dağın eteğindeki evine yerleşti. Aktif gazetecilik yıllarında yapamadığı ve içinde büyük bir özlem olarak duran ressamlığını burada sürdürdü. Son yıllarını da Antalya Konyaaltı Caddesi ve Geyikbayırı köyündeki çiftlik evinde geçirdi.

Gülümseyerek anımsadığım bir sözü: Usta’nın sevenleri çok olunca geleni gideni eksik olmuyor, mutlu da oluyordu. Ancak bazen dostlarını ağırlamaya yetişemiyordu. Bir gün canına tak etmiş olmalı ki şöyle takılmıştı: “Burada yiyecek çok, kendi bahçemizde yetiştiriyoruz. Ancak ben emekli adamım, rakı pahalı, yetişemiyorum. Herkes gelirken kendi rakısını getirsin!”

Kalemi, fotoğraf makinesi ve fırçasıyla bütün ömrünü insan sevgisi ve halkının mutluluğuna adamış kocaman yürekli güzel insan.

Seni sevgiyle uğurluyoruz. Hiç unutmayacağız ve çok özleyeceğiz.