Birlikte Yaşlanmak…10 sene ÖNCE
Birlikte Yaşlanmak…Koskoca bir yılı daha geride bırakıp, yeni bir yıla giriyoruz…
Yeni bir yıl, yeni umutlar… Belki de yepyeni başlangıçlar için önümüzde açılacak bembeyaz sayfalar…
Özdemir Asaf, “Öğüt, zamanında taze yenmemiş bir ekmeği, başkasına bayat yedirme denemesidir” demiş. Bir Türk Atasözü de der ki: “Kelin merhemi olsa, kendi başına sürerdi!”
Ancak amacım öğüt vermek falan değil… Geçim derdiyle iş-güç koşturmaca, çağın vebası teknoloji bağımlılığı ve biraz da yalnızlığın etkisiyle, saatlerin günlerin hesapsızca harcandığı sosyal medyada geçirilen bir yılın ardından, ‘Yalnızlar Kulübü’ üyelerinin bu yıl da 14 Şubat, bahar ve sonbahar romantizmi, Kasım’da aşk başkadır gibi klasik popüler kültür sendromları yaşamamaları dileğiyle, biz bize bir söyleşi, insan doğallığında, sevgi kıvamında içten bir paylaşım…
Her şeye karşın, asıl olan yaşamdır.. Yaşanılandır ya da yaşanılacak olandır.. Gerisi yalan…
Hep söylerim : “Yaşamı, yaşamak gerekir!”… Ve yaşadığının da “farkında olabilmek” …
Üstelik öyle yüzeysel değil; iliğine kemiğine kadar… En ince kılcal damarların bile duyumsamalı yaşadıklarını… Geriye unutulmaz anlar kalmalı…
Ataol Behramoğlu, dizelerinde ne güzel dile getirmiş:
” Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Yaşadın mı, büyük yaşayacaksın! Örneğin sevgilin bitkin düşmeli öpülmekten..Ve sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği…”
Hepsi birbirine benzeyen, sıkıcı ve monoton günlerin içerisinde, akıntıya kapılmış gibi amaçsız sürüklenirken, insan duyarlılığında karşına çıkıveren tutunacak o biricik dalı yakalayamamak ne demektir?..
Şu kısa ömürlü dünyada, bir günü bile olsun, dolu dolu yaşayabilmek, az şey midir? Peki ya hayatımızın geri kalan kısmını, yani bir ömür boyu dopdolu yaşamak…
Burada; “ne kadar yaşarsan yaşa, sevdiğin kadardır ömrün…” diyen Sevgili Can Baba’yı (Yücel) anmamak olur mu? Hiç kuşkum yok, Datça’da yattığı yerden izliyordur bizi…
Gönlün ne kadar şık sen ondan haber ver?..
Şöyle atıp koyu grileri-siyahları sabahtan,
Sarı bir kaşkol atabiliyor musun boynuna, ondan haber ver?
Koyma bir kenara yüreğini, aç kapılarını,
Gelene geçene yol verme girsin diye içeri ama
Gömme başını toprağa bir çift güzel göz uğruna.
Bilirim yine yeşerecek bir çiçek bulursun bir dalda,
Ama aklını kaybedecek bir aşk varsa avuçlarında,
Bırak aksın yollarına.
Yağ geç, yık geç, kimse inanmazsa inanmasın.
Sen inan yüreğine,
Hem ona geçmezse kime geçer sözün?..
Büyü büyü…
Bak ellerin ayakların kocaman.
Aklın da maşallah yerinde,
E ne diye tutarsın yüreğini uçmasın diye.
Akıllı ol, yüreğin gelir peşinden,
Boşver yaşı başı,
Aşk var mı aşk, sen ondan haber ver?
Takılmışsın yüzündeki gözündeki çizgilere.
O çizgilerin yüreğine neler kazıdığını düşün,
Atmak mı istiyorsun kendini bir dereye soğuk bir kış günü,
Öl gitsin…
Parayı pulu savurup,
Bir balıkçı köyünde balık tutmak mıdır isteğin,
Savrul gitsin…
Boş ver be yaşı başı,
Kim tutar seni kim,
Kendi yüreğinden başka kim?.
Aklını al da öyle git,
İster bir duvara, ister bir odaya, ister kıra bayıra vur da git.
Dert etme ellerini, onlar da gelir seninle bırakmadıkça birine.
O biri de gelir gerçekten istediğin oysa,
Seveceksen ve öleceksen uğruna…
Yaşa be, yaşa da öyle git, gireceksen toprağa…
Yaş 70’e gelse bile, hayat daha bitmemiş.
Sen mi biteceksin?
Çekeceksen bile bayrağı,
Yaşadım ulan dibine kadar diyemiycek misin?
Evrenselce gülümseyen gözlerinin içine baktıkça yaşama sevincinin katlanacağı, için içine sığmayacağı; sevgi, coşku, heyecan ve yepyeni değerler yaratarak, yaşamına renk katacak; paylaşmanın o dayanılmaz hazzını doyasıya tattıracak ve paylaşıldıkça çoğalacak; yaşamayı anlamlı ve zevkli kılarak, “işte bu’dur!” dedirtecek güzel bir birliktelik… Neden olmasın?..
“Belki de en güzel günlerim, henüz yaşamadıklarım” olabilir, diye düşünür müsün zaman zaman? Ve yaşanılan günlerin doyasıya tadını çıkarmak isteği sarıp sarmalar mı kimi zaman tüm benliğini?..
“Yaşamak güzel şey be kardeşim !” diye, avazın çıktığı kadar bağırmak ister miydin bir gün? Üstelik de “deli derlermiş” falan diye, hiç çekinmeden ama…
“Mükemmeli” aramayı bırak… Bulamazsın! Bir kez daha yinelemek de yarar var; doğada böyle bir olgu yok… Bütünsel anlamda “mükemmellik” tanımlamanı oluşturan bileşenleri, birbirine karıştırmadan, etkileşime sokmadan, ayrı ayrı değerlendirmeni öneririm.. Çok değil, birkaçını bile yakalayabildiğini düşünüyorsan, gerisini hiç sorgulama.. Diğerlerinin, birlikte ortaklaşa yaşama geçirilebileceği düşünebilirsin.. Denenebilir en azından…
Kişi kendisini ne kadar mükemmel bulsa bile (megalomanlık!), karşısındaki adayla ilgili böylesine bir dayatma içerisinde olması için, ruh sağlığı konusunda sorunları olması lazım.. Kendimizi fazla kasmadan, yaşamın akışına bırakmamız gerekiyor bence… Ve belki de, mutluluk denen şeyin yakalanabileceği güzel rastlantılara ulaşabilmek için, basit girişimlerde bile bulunamayacak kadar tembel olmamalıyız. Hani o fıkradaki gibi; piyango bileti almayan kişiye, ikramiye çıkma olasılığı nedir?…
“Sana ne denli çok verirsem, o denli artıyorum.”
“Romeo & Juliet”, William Sheakspere
“Vermek”, almak’ tan çok daha önemli! Almak’ tan değil; “vermek” ten zevk almaya başladığın anda; hayatının değiştiğini görecek ve yaşamaktan zevk almanın formülünün bu kadarcık yalın oluşuna ve bunca yıldır, nasıl olup da bunu keşfedemediğine şaşıracaksın!
“Mükemmellik” konusunda anlamlı bir mini-öykü;
Ünlü İngiliz Mizah Yazarı Bernard Shaw, bir gün, bir mektup alır. Mektup, dönemin İngiltere Güzellik Kraliçesi’nden gelmektedir. Ve demektedir ki, mektubunda : “Üstad, siz bu ülkenin en zeki insanısınız. Ben de, en güzel kadınıyım. Eğer biz evlenirsek; düşünebiliyor musunuz, bizden doğacak mükemmel çocuğu..” Bernard Shaw, hiç düşünmeden kısa bir yanıt mektubu yazar : “ Sevgili Kraliçe; iyi güzel söylüyorsunuz da; ya doğacak çocuğumuzun güzelliği bana, zekası size çekerse..!”
Özdemir Erdoğan tarafından yazıldıktan sonra, birçok sanatçı tarafından da seslendirilen ve her zaman severek dinlediğimiz aşk şarkısının sözlerini anımsıyor musun?
Hayatta en zor olan
bir insanı tanımak,
kabul etmek huylarını,
değişmeden bir olmak.
Sevgi anlaşmak değildir.
nedensiz de sevilir.
Bazen küçük bir an için
ömür bile verilir.
Yolunun ‘sevgi’ye doğru gittiğini düşünüyorsan; kafandaki “ön elemeyi” geçebilmişse; görüşmelerinde konuşmalarında uyum sağlayabilmişsen ve de “denemekle” kaybedeceğin bir şey yoksa…
Söyleşmişsen bir kır kahvesinde demli çay ya da orta kahve tadında.. Parlatmışsan bir balıkçı meyhanesinde birkaç duble : “Sağlığına ve ‘bize’ ! “..
Hayal kırıklığına uğramamışsan en önemlisi ve de zevk almışsan..
Gerisini boş ver.. Sorgulama hiç.. Bırak kendini rüzgarın esintisine, suyun akışına.. Tabuları unut, önyargıların kıyısından bile geçme… Şimdiye kadar sözüm ona akıllıca davranmaya çalıştık da ne oldu?.. Susanna Tamaro’nun dediği gibi, Sen yüreğinin götürdüğü yere git..!
Hem de hemen, şimdi…
2013’te gönlünüzce güzellikler, özlem duyduğunuz aşklar sizinle olsun…
Mutlu Yıllar!