Ölümünün Üçüncü Yıldönümünde Yaşar Kemal’in Kaleminden Turhan Selçuk

11 Mart 2010’da aramızdan ayrılan büyük çizer Turhan Selçuk’u yine Türk edebiyatının büyük ismi Yaşar Kemal’in kendisi için kaleme aldığı bir yazı ile anıyoruz Turhan’ın yolu, kestirmeden insana varmadır. Onun dövüşü, bütün düşük yanlarımızladır. Dünyanı...

Ölümünün Üçüncü Yıldönümünde Yaşar Kemal’in Kaleminden Turhan Selçuk (11 Mart 2013)

11 Mart 2010’da aramızdan ayrılan büyük çizer Turhan Selçuk’u yine Türk edebiyatının büyük ismi Yaşar Kemal’in kendisi için kaleme aldığı bir yazı ile anıyoruz

Turhan’ın yolu, kestirmeden insana varmadır. Onun dövüşü, bütün düşük yanlarımızladır. Dünyanın şiirine, vazgeçilmezliğine bağlanarak kötülük ve zulümlere bir karşı koymadır Turhan.

Turhan Selçuk bir edebiyat adamıdır. Bir şair, bir romancı, bir hikâyecidir. Bu söylediklerimi şaşırtmak için söylemiyorum. Turhan Selçuk gerçeği budur da onun için söylüyorum. Bunları gene söylerken de karikatür sanatını hiç de küçük görmüyorum, söylediklerim bu düşüncenin tam karşıtıdır. İnsan karikatürde de bir Çehov, bir Sait Faik, bir Mansfield olabilir. (…)

Bence Turhan’ın vardığı yer, karikatürü ulaştırdığı boyut, burasıdır. Sanat değeri diye bir şey oluşmuş mudur, sanatın değerini ölçerken ne gibi bir ölçü koyuyoruz? Bu, beğendim gitti mi, yoksa birtakım belirli değer ölçüleri var mı? Sanatın birtakım değer ölçüleri var ama bunu şimdiye kadar sınırlamış kimse çıkmamıştır. Onun için ben dünyada, insanlığa sanat değerini kabul ettirmiş bir sanatçıyı, örneğin Çehov’u örnek almak isterim. Çehov’u seçişimin de başlıca sebebi, Turhan’la Çehov arasında inanılmayacak bir yakınlık bulmamdır.

Bana öyle geliyor ki ikisinin de içtiği kaynak tıpkıdır. Çehov ne getirdi? Bu soruyu böylesine sormamın zorluğunu biliyorum. Bir kalemde karşılığını vermek zor da ondan. Hikâyeyi yeniden biçimlendirdi, diyebiliriz. Ondan önce gelenlerin hikâyesine benzemedi hikâyesi, hiçbir yönüyle. Düz, yalın, şiirsel anlatışa vardı. Hikâyesi çoğunlukla hikâye değil, yaşamın bir parçası oldu. (…) Çehov o zamana kadar edebiyatın ulaşamadığı insanın anlık duygularını büyük bir ustalıkla verdi. Onun her hikâyesini okuyan, ben buyum, ben de böyle duyuyorum, ben de böyle düşünüyorum, diyordu. (…) Çehov’la gelen insanlıktı. Katkısız, yalansız, böylesine açıklıkla göremediğimiz, ancak kaba yönleriyle büyük epopelerde tanıdığımız, ama içimizde olan, dışarıya vermek aklımızın kıyıcığından geçmeyen insanlıktı. İnsanlık en incesinden belli belirsiz hem ağlayan, hem gülendir. Çehov’da olduğu gibi Turhan’da da insanlık ağlarken gülendir.

Turhan’ın yolu… Kestirmeden insana varmadır… Turhan insana yönelirken, doğanın şi­irine varırken öyle çok göklerde değildir. Anının içinde, günün ortasındadır. Güncel olay­ların akışında yuvarlanan bir insandır. Acı çeker, güler, öfkelenir, çocukça bir şaşkınlığa düşer, alay eder, delice öfkelenir, iğrenir, delirir… Kendi kadar da bizim adımıza, hepi­mizin adına… Bütün büyük sanatçılarda olandır bu da.

Zulme, kötülüğe, insanlığı aşağılamaya, acıya, sömürüye sonuna kadar karşıdır. Tur­han’ın sanatındaki dünyası cömert bir dünyadır. İşte başkalarında olmayan da budur. Us­talığını, gönlünü, yüreğini bir çizgiye, bir duyguya, bir düşünceye hapsetmemiştir. Dün­yaya her şeyini sonuna kadar açmıştır.

Ve Turhan’da olan bir sevgi, bir cömertlik, bir dostluk, bir barış açıklığıdır. Turhan’ın dövüşü hepimizledir. Bütün düşük yanlarımızladır. Sıkı sıkıya dünyanın güzelliğine, şiiri­ne, yalnızlığına, vazgeçilmezliğine bağlanarak kötülüklere, zulümlere bir karşı koymadır Turhan. Turhan’ı anlamak bugünkü dünyamızı anlamak demektir biraz da. Turhan dün­yamızın kötülüklerinin, karanlıklarının ortasında durmuş bir ışık gösterendir durmadan.

(1979’da Milliyet Yayınları’ndan çıkan “Söz Çizgi”nin albümünden.)