Öğrencilerinin Anılarında Oskay Hoca

Yazan: Kamil Eryazar Hocaların Hocası, İletişim Sosyolojisi Duayeni, Büyük İnsan Sevgili Ünsal Oskay’ı ölümünün 4. yıldönümünde saygı ve özlemle anıyoruz. Yapıtlarınız her zaman yolumuza ışık tutuyor ve hep kalbimizde yaşıyorsunuz… Söz vermiştik, tutuyoruz!:...

Öğrencilerinin Anılarında Oskay Hoca (16 Ekim 2012)

Yazan: Kamil Eryazar

Hocaların Hocası, İletişim Sosyolojisi Duayeni, Büyük İnsan Sevgili Ünsal Oskay’ı ölümünün 4. yıldönümünde saygı ve özlemle anıyoruz.
Yapıtlarınız her zaman yolumuza ışık tutuyor ve hep kalbimizde yaşıyorsunuz… Söz vermiştik, tutuyoruz!: “Hayatın nesnesi değil, öznesi olmaya çalışıyoruz!”
Bilgi’yi sevgi ile harmanlayan bilge kişiliğiniz yaşam boyu rehberimiz olacak…

ÜNSAL HOCA’DAN SEÇMELER
Kaiser geziye çıkmadan önce, ‘bütün kuşbeyinli uyruklarını yıkanmış paklanmış olarak’ görsün diye nazırları, gözcüleri, teşrifatçıları Almanya’nın dört yanına haber saldığında, kaiser’in buyruklarına göre düzenlenmiş uydurma bir hayatı yaşamaktansa kendi oyunlarını sürdürmek isteyen çocuklar direnir, yıkanmak istemezlermiş. Günümüzde hayatın “nesnesi” değil “öznesi” olabilmemiz için “yıkanmak istemeyen çocuklar”a ihtiyacımız var.“

Yıkanmak istemeyen çocuklar olalım!”

“Hayatın nesnesi değil, öznesi olun!”

“Siyasilerin ve medyanın sizlere sunmuş olduğu hayatı beğenmiyorsanız, kendinize Dostoyevsky‘den, Sartre‘den, Camus‘den, Rousseau‘dan oluşan bir hayat kurun.”

“20 yaşına gelmiş ve Marx okumamış biri eşşektir. Marx okuduktan sonra, Marxist olmamış biri eşşoğlueşşektir!”

“Hiçbir toplumda tek düşüncenin olmamıştır, hayatın güzelliği çeşitliliğin olmasıdır. Ben böyle düşüneceğim, siz şöyle düşüneceksiniz. Ama yan yana geldiğimizde gırtlak gırtlağa gelmeyeceğiz. Coğrafya bir, yemeklerimiz bir. Pastırmalı fasulyeyi kim sevmez yahu?!”

“Sistemler rasyonelleştikçe, insan irrasyonelleşiyor.”

“Çağdaşlaşma her genç kızın başına gelmesi gereken şeyin, her genç erkeğin basına mutlaka ve inşallah gelmesi gereken süreçtir.”

“Her hafta aşık olan insanları sevin!”

“ ‘Amberler’ … Okudunuz mu çocuklar Amberler’i?.. Aşkı, romantizmi, şiiri bileceksiniz çocuklar. Bileceksiniz ki, sevgilinin gözünü mü götünü mü öpeceğinizi bilin!”

“Bir şeyi çoğunluk kabul ediyorsa, o şey doğru mudur?” sorusuna yanıtı: ” Hayır çoğunluk kabul ediyorsa sonu boktur, çoğunluk sıradan insandır!”

“Aşk hariç, yaşadığımız her şey kolektiftir.”

“Biz size kirli bir denizde yüzmeyi öğretiyoruz.”

“Pilav yapmasını bilmeyen kızla sakın evlenmeyin!”

“Eşitsizliğin olduğu her toplumda elitler haramzadedir.”

“İdeoloji, sürtünen hayatın bağlantı noktalarıdır…”

“Örselenmiş insan, bir türlü mutlu olamayan insan modelidir…”

“Küçük insanlar birbirine düşman olurlar, bunlar sistemin artığıdır…”

“Eblehliğin getirdiği mutluluk, pesimizmdir…”

“Bilim, hayatı korkusuz yaşamaktır…”

“Zeka güzelliğin cilasıdır…”

Bir Siyaset Meydanı’nda Nadide Sultan’ı tanımlamıştır kendisi: “Alt yapısını bilmem ama üst yapısı çok sağlam!”

“Sade Vatandaş” Programı’nda Playboy dergisinin Fidel Castro röportajıyla ilgili olarak yaptığı yorum; “Güzel kadından daha güzel ne vardır ? Fidel Castro vardır!”

“Zamanında sendikalaşsaydınız, Seda Sayan’ın düdüklü tencerelerine muhtaç kalmazdınız.”

“Kitaplarınız çok ağır anlamıyoruz” diyene: “Kitaplar ağır değil, siz hafifsiniz!”

“Şu hayatta her şeyi deneyin, ibnelik hariç! İsteyen onu da denesin tabii!”

Hayatta yapmak zorunda olduklarımız vardır, derdi derste. “Burada 11.00-12.00 arası ders anlatmak zorundayım. Şimdi kapıdan içeri kocaman poposu ve göğüsleriyle Marlyn Monroe girse, yine de gidemem!”. “Gerçekten mi hocam?”, “Yok çocuklar, kusura bakmayın. Marlyn gelirse giderim o zaman. Yoksa adım çıkar!”

“Yaş, yaş iştir. Her sabah başka bir yaştasındır. Önemli olan yaşamaktır.”

”Bu gidişle ülke sırtlan zekası taşıyanlara, yani acımasız, az düşünen, kurnaz insanlara kalacak. (…)En sonunda sadece halis Türk evlatları kalacak!“

“Ortada tablo falan yok, berbat bir karikatür var… Eskiden Yeşilçam trajedileri vardı. Hani, baba karşı çıkar ama evin kızı triko atölyesinde işe başlar. Sonra atölyedeki şefin metresi olur, baba bunu hazmedemez, kızı evden kovar, dertlenir, kızının adamdan aldığı harçlıkla eve getirdiği rakıyı içer… Aslında, o baba da herifin metresidir. Bu Yeşilçam trajedisiydi. Millet olarak bunu da aştık artık. Öylesine haysiyetsiz ve bilgisiziz ki trajedide bile rolümüz yok. Bu hayatımıza melodram yakışır! (…) Ne mutlu ki üzülebiliyoruz. İnşallah başkaları da üzülür. Üzülebilmemiz elimizde kalan son umut!”

“Allah, aklı olan kimseyi aşktan mahrum bırakmasın. Aşk, akla göre yaşanan hayatın yorgunluğunu, bıkkınlığını, örselenmişliğini tedavi eden en etkili antibiyotikten bile daha etkili… Üstelik ne karaciğere, ne böbreğe zararı var! Ama aşkı arayan aklını vestiyerde bırakmalı!”

“Türk toplumu yumuşak bir silgi gibi… Türkiye’de açlık, işsizlik, kavga kaç dönem yaşanmış… Peki nasıl ayakta kalmışız? Çünkü, Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı, hepimiz, her ortama adapte olma kabiliyetine sahibiz… Biz sertleşmemiş, kauçuktan, lastikten yapılmış insanlarız. Kötü silgiler serttir, silerken kağıdı yırtar. Biz yumuşak silgi gibiyiz. Türk toplumu, yeniliklere her zaman açık, hayatı daraldığı vakit de tahammül gücü sonsuz bir toplum.”

“Hayatta en tutkulu dört şey vardır: Yemek yemek, tuvalete gitmek, sevgilinle buluşmak ve yazı yazmak.”

“Hayatta kıyafete çok para vermeyin ama en azından bir tane pahalı, kaliteli gömleğiniz, ceketiniz olsun, gerektiğinde giyin.”

“Hocam, bu ülkede kimse hak ettiği yerde değil. Köşe başları içi boş, bilgisiz insanlar tarafından tutulmuş.” Yanıt: “Odunu bilir misin sen? Odunu suya attığında yüzer. O bilgisiz köşe kapıcı insanlar odun, onun için suyun yüzünde kalıyorlar. Taş ise ağır. Bilgili oldukları için onlar batıyorlar.”

“Beni bu kadar büyütme. Yaşamı da çok ciddiye alma, ezilirsin. Beni çok kişi terk etti. Hatta kedim bile terk etti. Beni en çok üzen ise kedimin terk etmesi oldu.”

“Farklı ülkelerden çok sayıda insana, ‘masanın üzerindeki bu obje neye benziyor’ diye sormuşlar. Hepsinin yanıtı farklı olmuş. Çok sayıdaki Türk, objenin vajinaya benzediğini söyleyince araştırmacılar şaşırmış. Sonra demişler ki “Siz Türkler nasıl insanlarsınız yahu?.. Hepinize ayrı ayrı sorduk ama aynı cevabı verdiniz. Hepinizin de aklına nasıl aynı şey geldi?” Türkler, “hiç aklımızdan çıkmıyor ki!” deyince, “Neden adam olamadığınız belli oluyor!” diye mırıldanmışlar.

“Sabit fikirli olmayın. Okula gelip giderken bile aynı yolları kullanmayın. Paranız olmasa da, hiç alamayacak da olsanız, Versace, Vakko, Lacoste gibi lüks markaların vitrinlerine bakmaktan çekinmeyin.”

Ben birden çok evlilik yaptım. ‘İletişimin ABC’sini yazdım, yine de kadınlarla olan iletişimi anlayamadım. Ama sonra cevabı buldum: ‘Nihavet makamı’.

“Bir adama öküz diye hakaret edenin alnını karışlarım. Öküzden önce tarlayı insan sürerdi. Herkes kendi tarlasını sürer, kendi ununu yapar, ekmeğini pişirirdi. Öküz sayesinde işbölümü oldu. İşbölümü olunca resim-heykel yapacak, roman yazacak insanlar türedi. Medeniyet öküz sayesinde oluşmuştur!”

“Yoklama almayacağım. Dışarıda hava güzel. Çıkın dersten. Gidin, sevgilinizle gezin tozun, hayatı yaşayın. Benim gibi çirkin bir adamı dinlemeye gerek yok; benim anlatacaklarımı kitaplarda da bulursunuz.”

“Günümüzdeki en temel eşitsizlik ‘söz hakkı eşitsizliği’dir.”

“Ahmak mutluluğuyla yaşamayın. Bilgilenmekten kaynaklanan ‘mutsuzluk’ mutluluğun ta kendisidir!”

“Resmi bayram günleri babam ve diğer öğretmenler süslenip püslenip kaymakamı ziyarete giderlerdi. Ben buna gücenmiyordum. Sefiller’i okuduktan sonra, “Yahu kaymakamı ziyarete hep babam ve arkadaşları gidiyor, bu kaymakam hiç bizi ziyarete gelmiyor!” diye düşünmeye başladım. Bunu fark ettim. Çünkü o zamanlar, bir aile öbür aileye çocuklarla haber salar, “Söyle Edip Amcana, müsaitseler babamlar bir çay içmeye gelecekler,” falan derdi. Giderdik, sonra da onlar bize gelirdi. Ben de düşündüm. Ulan, her bayram koyu takım elbiseli bir adam çıkıyor kürsüye konuşuyor, o konuşmadan önce babam ve onun gibi adamlar bunun elini öpmeye gidiyorlar. Bu, bende marazi bir hassasiyet uyandırmaya başladı. Bu hassasiyetin uyanmasında, Victor Hugo’nun Sefiller’i büyük rol oynadı. Babamın kaymakam ziyaretine gitmesinin bende yarattığı kırgınlık, solcu olmamın başlangıcıdır.”

“Hayatım boyunca hiç gelişmiş bir müzik formundan zevk alan başbakan tanımadım… Bizim nasıl insanlar tarafından yönetildiğimizi anlayın artık!”

“İnsanın kurduğu toplumsal sistem, insanı, bütün insani değerlerinden uzaklaştırıyor.”

“İyi bir entelektüel, yenilginin ne olduğunu bilen toplumlardan çıkar.”

“Drama, insanın köleliğini hatırlatır.”

“Rus denizaltısı Okyanus’ta ağır ağır ilerlemektedir. Bir anda ters giden bir şeyler olur ve olduğu yerde dibe çöker denizaltı. Rusya ile bağlantıya geçilir. Ruslar “biz bir ekip yollayacağız siz dayanabildiğiniz kadar dayanın” der. Rusya’da kurulan afet masası benzer bir masada zamanın yetmeyeceği ve Amerika’dan yardım istenmesi gerektiği görüşü öne çıkar. Gazetelere yansır olay. Rus yazarlar denizaltılarının Amerikalıların eline geçmesindense, o denizaltıdaki askerlerin ölmesinin daha yerinde olacağını söylerler.” Hikayeyi nefis bir şekilde yorumlar Ünsal Oskay: Çocuklar işte o yazarların hepsi O.Ç. (bol rrrr li ağza oturan cinsiyle).
“Rıhtımı da satarım, Topkapı Sarayı’nı da satarım. Ha, içimi rahatlatmak için bayrakların ebadını büyütürüm. Cibali Karakolu’na 6 metrelik bayrak asarım. Ama karakol satılmış! Suudi Arabistan’dan adamlar geliyor. “Buraya 80 katlı modern karakol yapacağım” diyor. “Al toprağı” diyor. Bu arada milleti ve kendi vicdanını rahatlatmak için bayraklar yakında 20 metreye çıkacak. Özal’ın mezarını da satacaklar.
-Olur mu canım!
Tabii… Satılacak. Mezara varana kadar her şeyi satacaklar.
-Anıtkabir’e dokunamazlar herhalde?
Niye? Ne güzel, çok katlı turistik otel yapılır? Altı da kumarhane olur. Herkes yağma için sırada…
-Hocam çok abartmadınız mı? Sizce bu değerlere dokunulur mu?
Her şey zamana bağlı. Hiçbir şey paldır küldür yapılmaz. Daha önce yapılacağını tasavvur etmediğimiz şeyler yapılmıyor mu? ‘İstanbul’un siluetini bozmayız, o bizim medeniyetimizin göstergesidir’ deniyordu, yüksek oteller yapılmadı mı? Sultanahmet’teki Four Seasons’ın içindeki ek bina neyin üzerine inşa ediliyor? 2 bin yıllık tarihin üzerine! (…) O otel yapılacak da ne olacak? Dışarıdan gelecek olan zengin adamlara iki lisan bilen eskort kızlar eşlik edecek. Yerli ya da yabancı… Yukarıda restoran, aşağıda kumarhane olacak. En aşağıda da senin 2 bin yıllık tarihin! Yapan kim? Din, iman, tarih, vatan, millet diyen, en şoven biçimli milliyetçi kesim. İşte bu kesim, bunlara göz yumuyor. Yağmada en başta kuyruğa girip sıra bekliyor.”

“Artık hapishanelere gerek kalmadı. Öylesine bir hayat tarzını bize benimsetti ki modern toplum son 50 yıldır… Denetimi artık sistem kendisi yapmıyor. Bize öğrettiği yaşama üslubunun içerisinde, denetimi kendimiz yapıyoruz. Eskimeyen ayakkabımızı ikinci sene giymek istemiyoruz. Üç yıllık buzdolabını değiştirmek istiyoruz. Konu-komşudan uzaklaşıyoruz. Çünkü onları kıskanıyoruz. Neden? Çünkü benim dolabım çalışırken, komşu üç yıllık dolabını ya da arabasını değiştirmiş. Hayat, acımasız bir şekilde, insanların birbirini yargıladığı bir yarışma halinde geçiyor. Parayla satın alınabilen statü simgeleri; iyi ev, iyi ayakkabı, yeni araba… Sistemi eleştiren bir iktisat hocası bile televizyona çıktığı zaman pahalı bir kravat takmak zorunda. Sistem, nereye kaçarsanız kaçın, kendisini yeniden üretmek için bizi ücretsiz işgücü olarak kullanıyor. Müzik, ortalama beğeniye indi. Operalardan operetler çıktı. Onları revüler izledi. Sonuçta öyle bir yere gelindi ki, artık sahnede 40 tane kızın bacağı birden havaya kalkıyor. Öyle bir dünyada oraya giden adam ne görüyor da mutlu oluyor? Oraya gidebilmiş olduğunu görüyor, göstermek istediklerine de kendisini gösteriyor. Eğer yukarılara çıkmak istiyorsan, o kahrı çekeceksin… İnsanlar yarışmayı seviyor. Başka türlü bir toplum inşa edildi. Peki insanların yarışacağı başka alanlar yok mu? Ayakkabı eskimemiş, evde de 15 tane var. Peki neden yenisini alıyoruz? O zaman ne oluyor, 40 yaşında ülser, 50 yaşında kanser! Ama ayakkabılar burada kalıyor. Bir de kim kalıyor biliyor musunuz; sistem. Sistem, yeni ülserler, yeni kanserler yaratmak üzere yeni malzemeler buluyor. Günümüzün tapınakları artık televizyonlar ve alış-veriş merkezleri. Buralarda dini bir ritüel gerçekleşiyor aslında. Başarılı bir insan olduğunu ancak buralarda hissedebiliyorsun. Sevsen de böyle, sevmesen de böyle… Don alacaksın, fistan alacaksın ama 40 tane dükkan geziyorsun. İrrasyonel, gerçek dışı bir hayat bu. * * Rasyonel olan bir şey var; insanları çok iyi kullanan, hem de ücretsiz bir emek olarak kullanan modern toplum. Sistem kendini yeniden üretiyor ve bu da para yoluyla oluyor. Çünkü para etmeyen bir şey, değer taşımıyor. Tarihi bilmeyen, sosyoloji bilmeyen iktisatçı bir boka yaramaz… Oturun biraz okuyun yahu! Sofokles‘i, Cervantes‘i, Shakespeare‘i okuyun. Sait Faik‘i okuyun. Çünkü bunlar da her yerde satılıyor.”

“Hadi kızların beni alkışlamasını anlıyorum da erkekler beni niye alkışlıyor. Evladım siz sapık mısınız?”

“Bu kitabı ben yazdım. Bunu alın bana para kazandırın ama sakın bunu okumak gibi bir aptallık yapmayın. Yoksa hayatınız boyunca yalnız kalırsınız; bol bol gezin. Mesela bira için. Bira insana iyi gelir! Düşünmeye sevk eder!”

“Aşık olun. Hayatı ıskalarcasına okuyup çalışmayın, gençken yapılacak ne varsa yaşayın. Yoksa hep bir eksik kalırsınız.”

“Gündelik hayatın yaşamımızda tek eylem kılavuzu, bu sistemin verdiği nimetlerin en büyüğünü kapmaktır. Bunun içinde etik olmayan, sahtekârlık, adam kayırmak, çelme takmak gibi her türlü maskaralık vardır. Ayrıca bunları kafanda meşru saydıran ideolojinin de yeri vardır: ‘Ben haklıyım. Bu peynire benim erişmem lazım. Onun için çelme taktım.’ Yani mutlağa giden yolda, hiç kimse başkalarına bakarak davranışlarını yargılamak zorunda kalmamalı. Ona da anomik insan diyoruz. Kendi kuralını kendisi koyan. O kuralı koyarken tek kıstası kendisinin başkalarına rağmen özgür olması.”