Markalar İçin Sosyal Medyanın 16 Altın Kuralı

Markalar Türkiye’de birkaç senedir sosyal medyada aktif iletişim yapıyor. Bu süreçte tüm markalar adeta düşe kalka bazı süreçlerden geçiyor. Bu tecrübelerden yola çıkarak markaların sosyal medyada hem kendini tekrar etmemesi hem de bu sürekli gelişim sağlayabilmesi için sosyal...

Markalar İçin Sosyal Medyanın 16 Altın Kuralı (7 Aralık 2012)

Markalar Türkiye’de birkaç senedir sosyal medyada aktif iletişim yapıyor. Bu süreçte tüm markalar adeta düşe kalka bazı süreçlerden geçiyor. Bu tecrübelerden yola çıkarak markaların sosyal medyada hem kendini tekrar etmemesi hem de bu sürekli gelişim sağlayabilmesi için sosyal medyada neleri yapması, neleri yapmaması gerektiğini kısa maddelerle karaladım. Bunlar ilk akla gelenler, altlarını tabii sağlam planlarla doldurmak gerekir.

1- Dijital stratejinde büyük bir resmin olsun. Sürekli iletişim tamam ama bu nereye bağlanıyor? Örneğin 5 sene sonra hala aynı şeyleri yapmıyor olacağız herhalde. O zaman neyi yapmayı planlıyorsun; büyümeyi mi? Social CRM mi? Büyük resmi çizmen lazım kesinlikle ve kesinlikle. Aksi halde aynı çemberin içinde dolanıp durursun.

2- Sen eğer bir fast food markasıysan insanlar senin/ markanın öne çıkan yöneticisinin kahvaltıda, akşam yemeğinde ne yediğiyle ilgilenir. Sosyal ağların rehavetine kapılıp bir açık verirsen bunun şiddetinin az ya da çok  belki de hiç bitmeyecek bir tepkiye döneceğini bil. Negatif içerikleri de incele, kaçma, onu kucakla; pozitife -çok dikkatli olarak- imkan varsa çevirmeye çalış.

3- Sosyal ağlar yaşayan, tepki veren, gülen, ağlayan bir organizma gibidir, canlıdır. Yaşayıp bitecek bir süreç değildir. Uyumaz asla. Sabah 9 akşam 5 gibi bir algı pek olmaz. Ajans çalışanları buna uyar ama elde olmayan şartlarla markanın kampanyası akşam 8′de de açılabilir. Sabah 4′te “Admiin, uygulama bozuk, kampanyaya katılamıyorum. Acil ilgilen! “gibi mesajlar görebilirsiniz. Sabah ilk iş bunları halletmektir.

4- Word of mouth bir yere kadar etkilidir. Özellikle Facebook tarafında reklamlar, Sponsored Stories’ler kaçınılmazdır. “Sıfırdan bir sayfa açalım herkes bizi konuşsun”, olmuyor öyle. Bir bakıma ne kadar ekmek o kadar köfte.

5- Potansiyeller birbirinden farklı olsa da herkes aslında birer Influencer’dır. (Başkalarını etkileyen kimse, etki altında bırakan, tesir altında bıraka, hüküm altında bırakan)  Etki alanına göre ayırıp her birine önemle yaklaşmak gerekir.

6- Zeki olmaya çalışma, fark edilir. Zeki ol.

7- Sayfanı update et ya da sil. Tarihin tozlu yaprakları arasında kalmış gibi görünen bir sayfa ne markanın ne de takipçilerinin hoşuna gider, öyle değil mi?

8- Raporlama gücü önemlidir. Sıkıcı yazı dolu bol slaytlı raporlardan arındırılmış sonuç odaklı, basit, izleyene kısa zamanda hap niteliğinde önemli bilgileri verecek raporlar önemlidir.

9- Fanlarının senin markan olduğunu, iyisiyle kötüsüyle seni yansıttığını bil.

10- İster şemsiye marka ol, ister olma. Ürün gamın ister çok geniş olsun ister olmasın. Sosyal ağlarda sürekli kendi ürünlerini basma. Sıkıcı olursun. Tüm kesimlere hitap eden milli maç vb. konularda da konuş. Hem daha çok etkileşim kazanır hem de sıkıcılıktan uzaklaşırsın.

11- Çekilişler ve yarışmalar her zaman ilgi çekicidir. Hep böyle olmuştur, bundan sonra da böyle olmaya devam edecektir. Alternatifleri vardır tabii ki, tercih edilebilir. Sürekli aynı şeyi yapma ama kullanmaktan da çekinme.

12- Marka olarak, sosyal ağlara “rakiplerimize hızlı bir çalımla girelim” diye düşünüp buna çoğu gibi sadece Facebook ve Twitter ile başlarsan onlardan pek farkın kalmaz. Pinterest’i de kullan, candır. Web sitenin tozlu ama güzel yapraklarına canlılık kazandırır, hit kazandırır. Ayrıca yapısı gereği takipçi sayısına göre Twitter’la karşılaştırdığımızda Pinterest daha çok etkileşim verir. Yeni ağları takip et, markanı gerekliyse hemen entegre et.

13- Bir kriz planın da olsun mutlaka. Offline’da hazırladığın plan çoğu zaman yetmez, farklıdır. Online – offline entegre bir kriz planın olmalı.

14- Sosyal medya yalnız çocuk değildir. Onu geleneksel medya araçlarınızla birlikte kullan. Her iki tarafı da diğer tarafla besle.

15- Çalışanlarını eğit. Ajansına çalışanların için bir sosyal medya kullanım kılavuzu hazırlatabilirsin mesela. Vaktiyle ben 2 farklı marka için hazırlamıştım. Bu neden önemli? Çünkü marka olarak “onu mu yoksa bunu mu çok seversiniz?” tadında bir içerik girdiğinde altında “Seveceksiniz tabii! Fabrikada yapana kadar canımız çıkıyor!” gibi bir mesajı önce sayfanda sonra rakiplerinin “sosyal ağlar nasıl kullanılmaz?” adlı sunumlarını renklendiren bir çiçek olarak görmek istemezsin değil mi?  Çalışanlar ister istemez markasını sosyal ağlarda savunmaya geçebiliyor ve bu da istemeyeceğin sonuçlara sebep olabilir. Eğitim şart.

16- Finansal sonuçları da göz ardı etme. Sonuçta para da konuşur. 6 aylık dijital stratejinizin neresindesin? (Vallaha biz dijital strateji falan yapmadık, normal girdik işte sosyal medyaya diyorsanız durum daha vahim, hemen hazırlayın ya da hazırlatın.) KPI’larınıza ulaşmış mısın? Geleneksel reklam bütçenden kısıp dijitale ayırdıysan dijital yeterince reklamınızı yapabilmiş mi yani attığın taş ürküttüğün kurbağaya değmiş mi? Bunlar ilk akla gelenler. Pas geçme. Dijitalin, sosyal medyanın ölçümlemesi henüz kusursuz olmasa da geleneksel medyaya göre çok ama çok daha iyi. Bir ton para döküp Taksim’deki reklam panolara koydurduğun reklamını kaç kişi görmüş bunu kesin olarak hiçbir zaman bilemezsin ama sosyal ağlarda -özellikle Facebook’ta- bunu en ince ayrıntısına kadar görüp aksiyonunu değiştirebilirsin. Ayrıca Facebook reklamlarında ve Sponsored Stories’lerde başarılı dönüşümlere para öderken Taksim’deki reklam panolarında “Ama ben buraya adam koydurdum 15 kişi görmedi onun parasını ödemiyorum” diyemezsin.

Kaynak: Campaign Türkiye / Eren Caner